
Film 2.Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında yaşanan bir olayı konu alıyor. Filmin tamamını izledikten sonra isminin neden Phoenix olduğunu idrak edemedim çünkü Phoenix filmde sadece bir iki sahnenin geçtiği bir eğlence mekanıydı. Filmin konusu itibariyle de çok büyük bir öneme sahip değildi. Bu kelimeyi biraz araştırınca aslında filmin konusuyla ne kadar bağlantılı olduğunu gördüm. Bilgisizliğimi maruz görün muhtemelen birçoğunuz biliyorsunuzdur fakat ben yine de bahsedeyim Phoenix, küllerinden yeniden doğan mitolojik bir kuşun ismiymiş. Bu bağlamda baktığımızda Phoenix ismi, filmin konusunu tam anlamıyla temsil ediyor diyebilirim. Zaten filmin yönetmeni olan çok iyi bildiğimiz 2012'de Berlin film Festivali'nde En İyi Yönetmen Ödülünü alan Christian Petzold'dan da bu derinlikte bir isim beklenirdi.
Filmin baş kahramanı olan Nelly, 2.Dünya Savaşı'nın ardından toplama kampından kurtulmayı başarmış Yahudi bir kadındır. Toplama kampında gördüğü işkencelerle yüzü tanınmaz halde ve sargılıdır. Ona her koşulda yardım eden arkadaşı Lene sayesinde Berlin'e gider ve orada başarılı bir estetik ameliyatla eskisinden çok farklı bir yüze bürünür. Ama Nelly aslında böyle olmasını istemez, eski hayatında olduğu gibi görünmek ister. Bu tarz travmalar atlatmış çoğu kişinin aksine geçmişini unutmayı reddeder. Arkadaşı Lene yeni kurulacak olan İsrail Devleti'nde kendileri için bir yaşam planlarken Nelly ise çok sevdiği kocası Johnny'yi bulmaya çalışır. Nihayetinde Phoenix adlı eğlence mekanında bulur. Nelly çok değişmiş olduğu için kocası onu tanımaz ama eski karısına çok benzediğini de inkar etmez. Johnny'nin aklına değişik bir fikir gelir ve olaylar daha farklı gelişmeye başlar. Karısının öldüğüne dair hiçbir kanıt olmamasından yararlanarak yerine ona çok benzeyen bu kadını geçirerek karısının bütün servetine konmayı hedefler. Nelly ise bu duruma hiç ses çıkarmaz. Her ne kadar kocası onu tanımamış olsa da artık onu bulmuştur. Artık kocasıyla kaldığı yerden devam edebileceğini düşünür.

Film başından itibaren sürpriz son sahnesine kadar ağır ağır ilerler. Belli detayları atlamadan 2.Dünya Savaşı'nın neden olduğu o kasvetli havayı bir nebze de olsa hissettiriyor. Savaşın getirdiği o büyük yıkımlar ise filmin arka planını çok iyi süslemiş. Filmin çarpıcılığını ise son sahnede tam anlamıyla görebiliyoruz. Filmin konusunun çok daha karmaşık olacağını beklerken daha sade bir filmle karşılaştığımı söyleyebilirim. Ama konunun sadeliğine nazaran filmin ana karakterleri olan Nelly ve Johnny daha karmaşık bir kimliğe bürünmüşler. Başta her ikisi de ne istediğini biliyormuş gibi gözükse de durumun bilinmezliği ortasında kararsızlıklarıyla baş etmeye çalışırlar. Karakterlerin bu gitgelleri filmi daha izlenebilir hale sokuyor.
Başrolleri paylaşan Nina Hoss ve Ronald Zehrfeld oyunculuk anlamında çok iyi işler çıkarmışlar. Zaten oyuncu bakımından çok geniş bir kadroya sahip olmayan filmi bu iki arkadaş sırtlamış diyebilirim. Özellikle Nina Hoss'un hiç konuşmadığı sahnelerde bile izleyiciye birşeyler anlatabilme yeteneği takdiri hak ediyor. Bir dönem filmi olma hasebiyle kostümlerin çok iyi ayarlandığını, dış dekorasyonun çok ön planda olmamasına rağmen yine de bu konuda da iyi bir iş çıkarıldığını görüyoruz.
Filme geneli itibariyle baktığımızda son sahneye daha çok odaklanıyor. Nelly'nin kocasına karşı beslediği aşkın büyüklüğünün ne anlama geldiğini fark ediyoruz. Film boyunca geçmişini unutmak istemeyen, hayatına kaldığı yerden devam etmek isteyen bir kadının ikilemlerinin son bulduğu bu son sahne bize çok daha büyük mesajlar veriyor. Kadın karakterlerin güçlü duruşu bu filmi tavsiye etmemde ki esas nedendir.