
Yapay zeka konusunu ilk olarak yönetmen James Whale, 1932 yapımı Frankenstein filminde işliyor. Tabi teknolojinin de gelişmesiyle yapay zeka fikrinin boyutları da farklılaşmıştır. Daha sonrasında 2001: Space Odeyssey filminden Blade Runner filmine, Artifical İntelligence'dan Her'a kadar birçok yapıtta bu fikirle karşılaşmışızdır. Son olarak da son zamanların bilim kurgularından kendini farklılaştırmış orijinal kurgusuyla beyazperdeye taşınan Ex Machina ile tanışıyoruz. Temelde sorulan sorular ise basittir; insan yapımı bir varlık normal bir insanın bilincine sahip olabilir mi?, Bu yapay bilinç insanlık için bir tehlike yaratır mı? Aslında elimizdeki telefonlardan tutun da kullandığımız birçok teknolojik alete kadar hepsi bir nevi geliştirilmeye açık yapay zekaya sahipler. Yani sadece beyazperdede rastladığımız bu bilim-kurgu türü aslında çağımıza çok da uzak bir konu değil. İnsanı farketmeden yavaş yavaş içine alan, insanoğlu için tehlikeli olup olmadığını çok sonraları anlayacağımız bir teknolojiyle karşı karşıyayız aslında.
Ex Machina, çağımızın bu en önemli sorularına cevap niteliğinde olmasa da konu hakkında fikir sahibi olup bu soruları geliştirmemize olanak sağlıyor. Film temelde filozof Frank Jackson'ın 'Mary'nin Odası' isimli düşünce egzersizini temel alıyor. Filmde de anlatılan bu düşünce sistemi şu şekildedir; 'Mary adında bir kadın siyah-beyaz ekranlı bir televizyonun bulunduğu siyah beyaz bir odadadır. Mary bu odada deneye tutulan zeki bir bilim insanıdır. Renklerin zihnimiz tarafından nasıl algılandığını çözmeye çalışır. Renkler hakkında her türlü bilgiye sahiptir fakat bu renklerin hiçbirini görmemiştir. Mary kapatıldığı bu odadan dışarı çıkıp diğer renklerle karşılaştığında nasıl bir hisse kapılır, bilmediği bir durumla karşılaşır mı?'. Filmde de Bluebook isimli bir şirketin sahibi olan Nathan'ın icat ettiği Ava isimli yapay bir zekaya sahip olan bir robot, bulunduğu kapalı odadan dışarı hiç çıkmamıştır. Ama dışarısıyla ilgili her türlü bilgiye sahiptir, hiç görmediği bir dünya hakkında ortalama bir insandan daha fazlasını biliyordur.

Hayali bir şirket olan Bluebook'un -Google'a eşdeğer bir şirket- sahibi Nathan yarattığı bu zekayı test etmesi için bu konuda üstün bilgiye sahip birilerine ihtiyacı vardır. Alan Turing'in ortaya attığı ve karşımızdakinin yapay zeka olup olmadığını anlama çabası olan bu testte eğer yapay zeka kendisinin yapay olmadığını karşındakine kabul ettirebilirse test başarılı olmuş demektir. Nathan da bu testi gerçekleştirmesi için istediği özelliklere sahip olan ve kendi şirketinde çalışan Caleb'i bir haftalığına kendi gizli bilim merkezine çağırır. Caleb, hergün Ava ile konuşup yetenekli bir yapay zekaya sahip olup olmadığını anlamaya çalışacaktır. Filmin tamamına yakını Nathan'ın bilim merkezi ve bu üç karakter arasında şekillenecektir. Çok fazla aksiyonu olmayan ve gayet minimal bir çerçeveye sahip olan film farklı kurgusuyla kendini soluksuz izlettirmeyi başarıyor. Filmin geneline baktığımızda erkek fantezisinin bir ürünüyle karşılaşıyoruz aslında. Yaratılan bu yapay zeka ortalama bir erkeğin karşı cinsten isteyebileceği tüm özelliklere sahip. Hal böyle olunca Caleb'in yaptığı testler sırasında Ava'dan hoşlanmaya başlaması da kaçınılmaz oluyor. Burada ki asıl soru ise şudur; 'Ava'da Caleb'ten hoşlanıyor mu, yoksa hoşlanıyormuş gibi mi yapıyor?'.
Dar bir zaman sürecinde, kapalı bir mekanda, sınırlı karakterle yapılmış bir film olmasına rağmen derin bir meseleye hatta birkaç meseleye parmak basıyor. Nathan'ın Ava ile olan ilişkisi bir insan-tanrı ilişkisine benzetiliyor. Kusurlu bir yaratıcı olan insanoğlunun yarattığı bu zekaların getireceği tehlikeli sonuçları da hesaba katmak gerekiyor mu, yaratılan bu bilinçli zekalara insan özellikleri eklendiğinde 'özgür olma, kendi seçimleriyle yaşama istekleri olacak mı?' gibi sorulara film tam olarak cevap vermiyor hatta bu ve bunun gibi daha bir çok soruyu izleyiciye sordurtarak cevaplarını da kendilerinin vermesine olanak sağlıyor. Ava'nın, Turing testini geçip geçmediğine izleyicinin hayal gücü kara veriyor. Yani 'programlamanın dışına mı çıkıyor yoksa programlanma şekli filmin sonunda ki gibi miydi?' bilemiyoruz.

İlk defa bir filme yönetmenlik yapan Alex Garland, filmin senaryosunu da yine kendi hazırlamıştır. Garland, son zamanlarda karşılaştığımız görsel efektlerle ön plana çıkan bilim-kurgu filmlerine nazaran işin daha psikolojik ve fikirsel yanını ele alıyor. Robot ordularına karşı verilen güç mücadelesindense insanla aynı bilince sahip bir zekaya karşı verilen bu fikirsel mücadele filmi daha anlamlı kılıyor.
Filmde Ava rolünde oynayan Alicia Vikander, başarıyla bu zorlu rolün üstesinden geliyor. Nathan'ı canlandıran Oscar Isaac'ın gizemli dahi milyarder tiplemesi filmi daha çekici bir hale getiriyor. Kaliteli ve sade oyunculuğuyla öne çıkan Caleb'i canlandıran Domhnall Gleeson ismini ise son zamanlarda sıkça duymaya başladık. Öyle ki 2015 yılında rol aldığı dört film de Oscar'ın farklı dallarında adaylık almış durumda. Ex Machina da En İyi Senaryo ve En İyi Görsel Efekt Ödüllerine layık görülmüş. Görsel efekt konusunda birşey söyleyemem ama En İyi Senaryo Ödülü'nün en sağlam adayı olduğunu düşünüyorum. Senaryosu itibariyle farklı ve ilgi çekici olan Ex Machina bence bu ödülü sonuna kadar hak ediyor.