Sinemaya dair

Reklam

Reklam




       Bu filmle beraber belki de tarihteki ilk kadın hareketine tanık oluyoruz. 1912 yılının İngiltere'sine yakından bakıyoruz. O dönemde henüz oy hakkı bulunmayan kadınların mücadelesini görüyoruz. Film sadece o dönemin şartlarını anlatmıyor,bugün bile tam anlamıyla ulaşamadığımız kadın - erkek eşitliğinin eksikliğini dibine kadar yüzümüze çarpıyor. Öyle ki Suudi Arabistan'da kadınlara, oy verme hakkı daha 2015 yılında tanındı ve daha bu seviyeye bile gelememiş bir çok ülke var. Tabii durum sadece bundan da ibaret değil. Kadının arka plana itilmişliği, güçsüz zayıf bir karaktere büründürülmesi, erkek için hizmet eder konuma getirilmesi sadece o dönemde değil günümüzde bile rastladığımız durumlar değil mi?  İşte film kadının o dönemdeki duruşunu açık bir şekilde değil de filmin büyük bir bölümüne yayılmış eleştirel konuşma sahneleriyle anlatıp günümüzü sorgulatıyor.

       1900'lü yılların başlarında ortaya çıkan Suffragette hareketinin en önemli isimlerinden olan (belki de en önemli ismi) Emmeline Pankhurstui'yu oskar ödüllü ünlü oyuncu Meryl Streep canlandırıyor. Ama bu hareketin önemli isimlerinden birisi olmasına rağmen film Emmeline Pankhurstui'yi değil işçi sınıfından bir isim olan Maud Watts'ı merkeze almış. Dolayısıyla Meryl Streep filmde konuk oyuncu olarak yer almış. Maud Watts'ı ise yine önemli oyunculardan Carey Mulligan canlandırıyor. Yani film, hareketin öncülerini değil bu hareket için fedakarlık yapmak zorunda olan kadınları merkeze alarak bir takdiri hak ediyor diyebilirim.





       Maud Watts bir çamaşırhanede işçi olarak çalışan 24 yaşında bir annedir. Çok sevdiği kocası ve oğlu George için bu işin bütün zorluklarına katlanır. Yine filmin gözümüze sokmadan ufak bir detay olarak fark ettiğimiz Maud'un yara izleri aslında işin zorluğunu anlatıyor. Suffragette hareketini ise fikir olarak desteklese de toplumsal baskılar nedeniyle ve kocasının tepkisini çekmemek için herhangi bir eylemine katılmamış. Ama bir gün bu kadınların eylemlerinden birine tanık olur. Kendinden emin, her hareketinde kararlı bu kadınları yakından görür. Filmin başında kadınların sakin bir mizaca veya siyasal ilişkileri muhakeme edebilecek akli dengeye sahip olmadıklarını belirten ve bu yüzden oy verme hakkının kadınlara verilmemesi gerektiği savunulan bir konuşma geçer. Maud'un gördüğü bu kadınlar ise bu konuşmadaki tanıma hiç de uymuyorlardır. Bunlar ne istediklerini bilen mücadeleci kadınlardır. Bu noktadan sonra Maud toplumsal sınıfta ona biçilen rolü daha fazla sorgulamaya başlar. Mesele sadece oy verme hakkı değildir, erkeklerden daha fazla çalışıyor olmasına rağmen onlardan daha az para alması gibi kadının sosyal statüsünü aşağılayan nedenlerden dolayı Maud, Suffragette hareketine katılmak ister. 

       Maud'un bu harkete katılıyor olması başta kocası olmak üzere çevresindeki hemcinsleri tarafından dahi tepkiyle karşılanır. Ama bunlara aldırış etmeden kadınlar için iyi bir gelecek umuduyla aynı çamaşırhanede çalışan Violet sayesinde bu harekete dahil olur. Sonrasında ise hareketin önemli liderlerinden biri olan Edith (Helena Carter) ile tanışır. Buradan sonra harekete daha fazla dahil olur. Artık eylemleri en önde gerçekleştirenlerden biri olur. Bu eylemlerden birinde tutuklanarak yedi günlük hapse mahkum edilir. Hapis sırasında bu davaya büyük fedakarlıklar etmiş ve kendini buna adamış birçok kadınla tanışır ve onların bu kararlılığına hayran kalır. Bu kadınlardan birisi de daha sonra büyük fedakarlıklar yapacak olan Emily'dir (Natalie Press). Sonrasında Maud, hapisten çıkar ama Maud'un bu protest tavırları kocasıyla aralarının açılmasına neden olur ve bir süre sonra da evden ayrılmak zorunda kalır. Kocası oğluyla bile görüşmesine izin vermez. Bütün bunlara rağmen Maud davasından vazgeçmez.

       Suffragette, yaptıkları eylemlerle bir nebze de olsa seslerini duyurabilmektedirler fakat bu istedikleri boyutta değildir. Daha büyük bir yankı yaratmak için İngiltere Kralı'nın da katılacağı bir at yarışında eylem yapmayı planlarlar. Emily ve Maud bu eylem için oraya giderler. Umduklarının aksine Kralın yanına yaklaşamazlar. Emily'nin aklına başka bir plan gelir. Büyük bir yankı uyandıracağını bilerek elindeki 'Vote for Women' yazılı bayrakla yarışan atların arasına atlar ve hızla gelen bir atın çarpmasıyla hayatını kaybeder. Sonuç ise tahmin edildiği üzere dünya çapında yankı uyandırır. Muhtemelen bu gibi fedakarlıklarda bulunan birçok kadın olmuştur lakin şahsım adına Emily'yi bu hareketin en fedakar kadını olarak seçiyorum.




       Filmde işçi sınıfından kadınların ve bu harekete büyük fedakarlık yapanların anlatılması filmin iyi bir etki yaratmasına katkı sağlamış. Çünkü Maud bu insanlardan sadece bir tanesi idi. Bu hareket için birçok değerinden vazgeçmek zorunda kaldı. Maud üzerinden bu hareketi gerilerden takip edip daha sonra hayatlarının bir parçası haline getiren, üst sınıftan kadınlara göre daha fazla fedakarlık yapmaları gereken işçi sınıfının kadınları anlatılmıştır. Sonunda ise film bir başarıyla değil mücadeleye devam etmelerinin gerekliliğini vurgulayarak bitmiştir. 

       Filmin yönetmenliğini ise ikinci uzun metraj filmini yayınlayan Sarah Gavron yapıyor. Bir kadın olarak olaya daha duygusal ve içsel yaklaşıyor. Çok iyi bir iş çıkardığını da görebiliyoruz. Onun dışında 1912'deki Londra'yı sanki orada yaşıyormuşcasına seyirciye hissettiren görüntü yönetmenini de tebrik ediyorum. Yapılan kostümler ve dış dekorasyon o dönemi tam anlamıyla yansıtıyor. Herhangi bir detay atlanılmadığını görüyoruz veya farketmiyoruz.

       Sonuç olarak ' Eğer yasalara saygı duymamızı istiyorlarsa, yasaları saygı duyulabilecek hale getirsinler.'


       

Kadınların Haklı Direnişi - Suffragette




       Bu filmle beraber belki de tarihteki ilk kadın hareketine tanık oluyoruz. 1912 yılının İngiltere'sine yakından bakıyoruz. O dönemde henüz oy hakkı bulunmayan kadınların mücadelesini görüyoruz. Film sadece o dönemin şartlarını anlatmıyor,bugün bile tam anlamıyla ulaşamadığımız kadın - erkek eşitliğinin eksikliğini dibine kadar yüzümüze çarpıyor. Öyle ki Suudi Arabistan'da kadınlara, oy verme hakkı daha 2015 yılında tanındı ve daha bu seviyeye bile gelememiş bir çok ülke var. Tabii durum sadece bundan da ibaret değil. Kadının arka plana itilmişliği, güçsüz zayıf bir karaktere büründürülmesi, erkek için hizmet eder konuma getirilmesi sadece o dönemde değil günümüzde bile rastladığımız durumlar değil mi?  İşte film kadının o dönemdeki duruşunu açık bir şekilde değil de filmin büyük bir bölümüne yayılmış eleştirel konuşma sahneleriyle anlatıp günümüzü sorgulatıyor.

       1900'lü yılların başlarında ortaya çıkan Suffragette hareketinin en önemli isimlerinden olan (belki de en önemli ismi) Emmeline Pankhurstui'yu oskar ödüllü ünlü oyuncu Meryl Streep canlandırıyor. Ama bu hareketin önemli isimlerinden birisi olmasına rağmen film Emmeline Pankhurstui'yi değil işçi sınıfından bir isim olan Maud Watts'ı merkeze almış. Dolayısıyla Meryl Streep filmde konuk oyuncu olarak yer almış. Maud Watts'ı ise yine önemli oyunculardan Carey Mulligan canlandırıyor. Yani film, hareketin öncülerini değil bu hareket için fedakarlık yapmak zorunda olan kadınları merkeze alarak bir takdiri hak ediyor diyebilirim.





       Maud Watts bir çamaşırhanede işçi olarak çalışan 24 yaşında bir annedir. Çok sevdiği kocası ve oğlu George için bu işin bütün zorluklarına katlanır. Yine filmin gözümüze sokmadan ufak bir detay olarak fark ettiğimiz Maud'un yara izleri aslında işin zorluğunu anlatıyor. Suffragette hareketini ise fikir olarak desteklese de toplumsal baskılar nedeniyle ve kocasının tepkisini çekmemek için herhangi bir eylemine katılmamış. Ama bir gün bu kadınların eylemlerinden birine tanık olur. Kendinden emin, her hareketinde kararlı bu kadınları yakından görür. Filmin başında kadınların sakin bir mizaca veya siyasal ilişkileri muhakeme edebilecek akli dengeye sahip olmadıklarını belirten ve bu yüzden oy verme hakkının kadınlara verilmemesi gerektiği savunulan bir konuşma geçer. Maud'un gördüğü bu kadınlar ise bu konuşmadaki tanıma hiç de uymuyorlardır. Bunlar ne istediklerini bilen mücadeleci kadınlardır. Bu noktadan sonra Maud toplumsal sınıfta ona biçilen rolü daha fazla sorgulamaya başlar. Mesele sadece oy verme hakkı değildir, erkeklerden daha fazla çalışıyor olmasına rağmen onlardan daha az para alması gibi kadının sosyal statüsünü aşağılayan nedenlerden dolayı Maud, Suffragette hareketine katılmak ister. 

       Maud'un bu harkete katılıyor olması başta kocası olmak üzere çevresindeki hemcinsleri tarafından dahi tepkiyle karşılanır. Ama bunlara aldırış etmeden kadınlar için iyi bir gelecek umuduyla aynı çamaşırhanede çalışan Violet sayesinde bu harekete dahil olur. Sonrasında ise hareketin önemli liderlerinden biri olan Edith (Helena Carter) ile tanışır. Buradan sonra harekete daha fazla dahil olur. Artık eylemleri en önde gerçekleştirenlerden biri olur. Bu eylemlerden birinde tutuklanarak yedi günlük hapse mahkum edilir. Hapis sırasında bu davaya büyük fedakarlıklar etmiş ve kendini buna adamış birçok kadınla tanışır ve onların bu kararlılığına hayran kalır. Bu kadınlardan birisi de daha sonra büyük fedakarlıklar yapacak olan Emily'dir (Natalie Press). Sonrasında Maud, hapisten çıkar ama Maud'un bu protest tavırları kocasıyla aralarının açılmasına neden olur ve bir süre sonra da evden ayrılmak zorunda kalır. Kocası oğluyla bile görüşmesine izin vermez. Bütün bunlara rağmen Maud davasından vazgeçmez.

       Suffragette, yaptıkları eylemlerle bir nebze de olsa seslerini duyurabilmektedirler fakat bu istedikleri boyutta değildir. Daha büyük bir yankı yaratmak için İngiltere Kralı'nın da katılacağı bir at yarışında eylem yapmayı planlarlar. Emily ve Maud bu eylem için oraya giderler. Umduklarının aksine Kralın yanına yaklaşamazlar. Emily'nin aklına başka bir plan gelir. Büyük bir yankı uyandıracağını bilerek elindeki 'Vote for Women' yazılı bayrakla yarışan atların arasına atlar ve hızla gelen bir atın çarpmasıyla hayatını kaybeder. Sonuç ise tahmin edildiği üzere dünya çapında yankı uyandırır. Muhtemelen bu gibi fedakarlıklarda bulunan birçok kadın olmuştur lakin şahsım adına Emily'yi bu hareketin en fedakar kadını olarak seçiyorum.




       Filmde işçi sınıfından kadınların ve bu harekete büyük fedakarlık yapanların anlatılması filmin iyi bir etki yaratmasına katkı sağlamış. Çünkü Maud bu insanlardan sadece bir tanesi idi. Bu hareket için birçok değerinden vazgeçmek zorunda kaldı. Maud üzerinden bu hareketi gerilerden takip edip daha sonra hayatlarının bir parçası haline getiren, üst sınıftan kadınlara göre daha fazla fedakarlık yapmaları gereken işçi sınıfının kadınları anlatılmıştır. Sonunda ise film bir başarıyla değil mücadeleye devam etmelerinin gerekliliğini vurgulayarak bitmiştir. 

       Filmin yönetmenliğini ise ikinci uzun metraj filmini yayınlayan Sarah Gavron yapıyor. Bir kadın olarak olaya daha duygusal ve içsel yaklaşıyor. Çok iyi bir iş çıkardığını da görebiliyoruz. Onun dışında 1912'deki Londra'yı sanki orada yaşıyormuşcasına seyirciye hissettiren görüntü yönetmenini de tebrik ediyorum. Yapılan kostümler ve dış dekorasyon o dönemi tam anlamıyla yansıtıyor. Herhangi bir detay atlanılmadığını görüyoruz veya farketmiyoruz.

       Sonuç olarak ' Eğer yasalara saygı duymamızı istiyorlarsa, yasaları saygı duyulabilecek hale getirsinler.'


       

Reklam

| Tema Sahibi Colorlib | Tema Düzenleme Html Evi