
Senarist olarak bildiğimiz Eskil Vogt, ilk defa uzun metraj bir filmin yönetmeni olarak karşımızda. Görme yetisini sonradan kaybetmiş bir kadın olan İngrid'in küçük ama bir o kadar da karmaşık dünyasına konuk oluyoruz. Yapacak başka pek birşeyi olmadığından ve zihnindeki gerçeklikleri unutmamak adına İngrid, vaktinin çoğunu yazarak geçiriyor. Kendini yazmaya o kadar kaptırır ki gerçeklikle hayal dünyası birbirine karışmaya başlar. İzleyici olarak bile bazen hangi sahnenin gerçeğe hangi sahnenin hayal dünyasına ait olduğunu ayırt etmekte güçlük çekiyoruz. Tabii yazdığı hikayede kendi hayatından izler de taşıyor. Eşi Morten ise onu bu durumdan kurtarmak için dışarıya çıkartmak istese de İngrid kendi yarattığı soyut dünyada kalmak ister.
Film, İngrid'in kör olma durumunu öyle anlatmış ki, zaman zaman empati kurmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Hatta bir sahnede kısa bir süreliğine ekran karartılıp sadece seslerle seyirci yönlendirilmeye çalışılmış ki bence en anlamlı sahnelerden biriydi. Evin içinde olan basit bir durumun bile kör bir insan için ne kadar zorlaşabileceğini görüyoruz. En basitinden bir çay koymak bile İngrid için bizim ki kadar basit olmuyor. Ama buna rağmen İngrid kafasında yarattığı hayal dünyasından kendine mizah unsuru çıkartabiliyor.
Film her ne kadar bazı detaylarla iyi bir senaryo olsa da sonu beklediğim kalite de değildi daha doğrusu etkili bir bitişi yoktu. Filmin geneline bakıldığında daha vurucu bir son bekleniyor. Ama filmde bunu hissedemedim diyebilirim.
İskandinav sinemasının birçok detayını barındıran film Berlin'de Avrupa Sinemaları, Sundance'de ise Senaryo ödüllerini aldı. Aynı zamanda Türkiye'de de 33.İstanbul Film Festivali'nde gösterildi.