Sinemaya dair

Reklam

Reklam

30 Yıl Sonra Mad Max

       Blog'umun ilk yayını olarak en son izlediğim  Mad Max: Fury Road filminden bahsetmek istiyorum. Biraz basit bir gözle bakarsak Ma...
DEVAMI

White God - Anarşist(!) Köpekler




       İnsan, köpek, müzik... Bu üç değer etrafında şekillenen ve dünyanın gidişatını acımasızca eleştiren bir film. Macar yönetmen Kornel Mundruczo bir çocukla bir köpeğin arkadaşlığını anlatan bir filmden ziyade farklı bir temayla daha derin etkileri olacak bir yapıta imza atmıştır. İnsanların sokak köpeklerine yaptığı eziyete karşı gelip bu işe bir dur diyen sokak köpeği ordusunu anlatıyor ama bu diğer filmlerde olduğu gibi fantastik bir yapıyla değil tamamen gerçekçi ilerleyen konuyla işlenmiş.


       Lili (Zsofia Psotta) trompet çalan küçük bir kızdır. Hagen adındaki köpeği bu dünyadaki en sevdiği varlıktır. Hagen aslında melez bir sokak köpeğidir. Filmden anladığım kadarıyla Macaristan' da melez köpekler ile ilgili belli yaptırımlar var. Bir vatandaş melez sokak köpeği beslemek isterse para ödemek zorunda para ödemezse besleyemez sokakta da kalmasına izin verilmiyor yani melez köpeklerin yeri barınak. Film, insanın hayvana bile yaptığı bu ırkçılık çerçevesinde dünya gerçeklerini aslında acımasızca yüzümüze çarpıyor. 

       Lili, Hagen'ı ne kadar seviyorsa çevresindeki insanlar Hagen'dan daha doğrusu melez sokak köpeklerinden o kadar nefret ediyor özellikle de Lili'nin babası. Annesiyle babası boşanmış olmasına rağmen bir kaç aylığına Lili babasının yanında yaşamak zorunda kalır. Hagen'ı da yanında getirir. Babası haliyle Hagen ile yaşamak istemez. Lili ile babası arasında geçen türlü çatışmalar sonucunda babası daha fazla dayanamaz ve bir gün Hagen'ı yolun ortasında bırakır ve kaçar. Hagen bir anda kendini, hiç bilmediği bir yaşam mücadelesi içinde bulur. Filmin bu bölümünden sonra hayvana yapılan zulmü daha net görüyoruz. Köpeği bir meta gibi pazarlayanlardan tutunda acımasızca dövüştürenlere kadar her türlü insanla karşılaşır ve Hagen artık eskisi gibi uysal değil vahşi bir köpektir. Nihayetinde bir şekilde barınağa düşer ve esas olaylar burada patlak verir. Diğer köpekleri de örgütleyen Hagen barınaktan kaçar ve köpeklerin devrimi başlar. 




       Filmi güzel yapan en önemli özelliği ise yaşananların bir insanın değil bir köpeğin gözünden anlatılmasıydı. Edindiğim bilgilere göre filmde 274 sokak köpeği kullanılmış. Görünen o ki oyunculukların çok kaliteli olmadığı filmde köpekler ise aksine iyi iş çıkarmışlar. Gerçek bir oyuncu gibi verilen bütün rolleri hakkıyla yerine getirmişler. Özellikle Hagen bir film yıldızı gibi filme damgasını vurmuş diyebilirim. Zaten boşuna Cannes Film Festivali'nde En İyi Köpek Ödülünü almamış. 

       Bir nevi felaket senaryosu olan bu film milyonlarca dolarlık hollywood yapımlarından farklı olarak daha anlamlı ve daha duyarlı bir film. Tabii bir de bu kadar köpeği bir araya toplayıp onlarla bir film çekmekte kolay bir iş değildir.





       Filmden çıkartılabilecek diğer bir mesaj ise yaşanan bu olaylardan aslında tamamen yine insanın suçlu olmasıydı. Hayatında hiçbir zulümle karşılaşmayan Hagen uysal bir köpektir ama insanoğlu bu köpeği bir katile dönüştürüyor. Müziğin öneminin de anlatıldığı bu film bence bir başyapıt. Büyük mesajlar içeren bir film. İzleyip kendi değerlendirmenizi yapmanızı tavsiye ederim.

Devrim Gibi Yürüyüş - The Walk

       Belkide birçoğunuz Dünya Ticaret Merkezi olan ikiz kuleler arasında ip gerip üzerinde yürüyen adamdan Philippe Petit'ten haberdarsınızdır. Ama ben bu adamı bu filmle beraber tanıdım. Hatta 2009 yılında yine bu konuyla ilgili 'Man on Wire' adlı bir belgesel de çekilmiş. Fakat belgeselden daha büyük bir bütçeyle çekilen bu film daha etkili olduğu kanısındayım.  Konuya birazcık değinecek olursak 7 Ağustos 1974 sabahı yürüyüşünü yapmayı planlayan Philippe Petit Amerikalı bile değildir. Paris'te doğup büyüyen bu adam küçüklüğünden beri ip cambazlığına hayrandır.Hiçbir eleştiriye kulak asmadan hayallerinin peşinden koşar. O dönemde yapımı bitmek üzere olan ikiz kulelerden haberdar olur. Kulelerin Eyfel Kulesinden bile yüksek oluşu ve daha önce hiç yapılmamış bir eylem olması onu bu kuleler arasında yürümeye teşvik eder. Philippe artık kafasına koymuştu ve ne olursa olsun hiç kimse onu bu hayalinden vazgeçiremeyecekti.

       Filmde Petit karakterine tekrar hayat veren Joseph Gordon-Levitt rolünün hakkını veriyor diyebilirim. Aslında bir fransız olmayan Joseph Gordon fransızcayı ana dili gibi kullanıyordu. Filmi tek başına sırtlandığını ve bu filme yeteneğini ispatladığını düşünüyorum çünkü o anı yaşamadan bilemeyeceğimiz bir duyguyu o ipin üzerinde olma duygusunu tamamen yaşıyormuşcasına izleyiciye aktarıyor.






       Film hakkında biraz eleştiri yapacak olursam senaryonun Fransa'da geçen bölümünün büyük bir kısmı yüzeysel ve özensizdi. Ama filmin o kısmını geride bırakacak olan Amerika bölümü çok etkileyiciydi. Bütün detaylar itinayla anlatılmış ve izleyiciye etkileyici bir şekilde yansıtılmış. Filmin sonuç bölümü tam olması gibi muazzam bir akıcılıkla devam etti.
  
       Filmde atlamak istemediğim diğer önemli bir konu ise Ben Kingsley. Kendisi çok sevdiğim bir oyuncudur. Bu filmde Petit'e ip cambazlığıyla ilgili önemli bilgiler veren bir sirk ustası rolünü üstlenmiş ve tabi ki başarılı iş çıkarmış. Ama çok fazla ön planda olmaması canımı sıkmadı değil. Yine de filme renk katan bir oyuncuydu.

       Filmin yönetmeni Zemeckis bu konu üzerinde uzun zamandır çalışıyormuş. Yürüyüş sahnesinde gösterilen kamera açıları Zemeckis'in bu çabasını boşa çıkarmadığını görüyoruz. Yükseklik korkum olmamasına rağmen bazı bölümlerde ürperdiğimi hatırlıyorum. Ayrıca 1970' lede ki Amerika çok iyi yansıtılmış.





       Film, insanların hayalleri ne olursa olsun insanlara bu hayallerinden vazgeçmemelerini söyleyen bir öğreti niteliğinde. Sonuç olarak izlenilmesi, dersler alınması ve keyfi sürülmesi gereken bir film. 

       Hayallerinizden vazgeçmemeniz dileğiyle, kalın sağlıcakla.
       

Bir Düzenbazın Hikayesi - Focus

       Bir sinema filmi oluşturulurken dikkat edilmesi gereken bazı unsurlar vardır. Bunlardan en önemlisi tabii ki filmi pazarlayacak olan isimdir. Filmin adının etkileyici ve akılda kalıcı olması gerekir ve bence Focus bu film için seçilmiş en iyi başlıklardan biri. Diğer bir konu ise oyuncu kadrosu. Şu dönemlerde çıkan yapıtlarda çok sık göremediğim ama başarılı bulduğum bir isim Will Smith ve son zamanlarda ortaya koyduğu başarılı performanslarla adından çokça söz ettirmeyi başarmış olan Margot Robbie bu filmin başrolleri için olabilecek en iyi ikili diyebilirim. Bundan daha iyisi kimler olabilirdi muhabbetine hiç girmiyorum. 



30 Yıl Sonra Mad Max

       Blog'umun ilk yayını olarak en son izlediğim  Mad Max: Fury Road filminden bahsetmek istiyorum. Biraz basit bir gözle bakarsak Mad Max: Fury Road bundan 30 yıl önce çekilmiş olan serinin ikinci filmi Yol Savaşcısı'nın daha büyük bir bütçeyle yapılmış hali diyebiliriz. Büyük bir bütçe derken gerçekten büyük bir bütçeden bahsediyorum:150.000.000 $. Bu bütçeyle bir aksiyon filminden beklenenden daha fazlasını Mad Max: Fury Road filminde  bulacağınıza eminim.
       

























     
       Avustralya'nın o büyük çöllerinde çekilen bitmek bilmeyen araba kovalamacası alışık olduğumuz filmlerden biraz farklı. 30 yıl önce olduğu gibi yönetmen koltuğunda bulunan George Miller filmin post-apokaliptik yapısını devam ettirmiştir.Olur ya bilmeyenler vardır diye açıklamada bulunayım; post-apokaliptik kıyamet sonrası senaryoları için kullanılan bir terimdir.Büyük felaketler sonucu sağ kalan insanların mücadelesi olarak da tanımlayabiliriz.Filmin konusundan bahsedip heyecanınızı kaçırmak istemem ama başta da değindiğim gibi hikaye yapısı olarak bir önceki filmle tamamen paralel gitmektedir.

       Oyunculuklardan biraz bahsetmek gerekirse başrol kahramanı olan Max'i Tom Hardy canlandırmaktadır. Kötü olmadan vahşi olan Max karakterini tamamen benimsemiş olduğu görülen Tom Hardy 30 yıl öncesinin Mel Gibson'ınını aratmamıştır. Oyuncular demişken Charlize Theron'un performansının daha önde olduğu bir yapıt diyebiliriz. Film sonlarına doğru feminist bir yapıya bürünmüştür. Alışık olduğumuz diğer aksiyon filmlerinden farklı olarak kadınlar cazibeleriyle değil esas olması gereken şekliyle var olmuşlardır. Sürekli muhtaç durumda olan değil kendi başının çaresine bakabilen bir gruptan bahsediyorum.





       Yaratıcı araba kostümlerinin yanı sıra alışık olmadığımız aksiyon sahnelerini de barındıran filmde kadın karakterlerin güçlü duruşu filmi alışıla gelmiş aksiyon filmlerinden birkaç adım öne çıkarıyor. Benim tavsiyem filmi kesinlikle izleyin çıkartabileceğiniz çok mesaj farkına varabileceğiniz birçok detay var.

      

Reklam

| Tema Sahibi Colorlib | Tema Düzenleme Html Evi